2 Eylül 2008 Salı

DOLLS




22.İstanbul Film Festivali kapsamında ülkemizde gösterilen, Japon yönetmen Takeshi Kitano'nun 2002 yapımı filmi 'Dolls'u,batı sinemasına doymuş,farklı tatlar peşinde koşan izleyiciler için alternatif olabilir.Kitano'nun, kökleri 17.yüzyıla uzanan geleneksel Japon 'Bunraku Tiyatrosu' nun kukla bebeklerinden esinlenerek yarattığı karakterler, iç içe geçmiş üç farklı aşk hikayesinde hayat buluyor.

Yaklaşık 5 dakika süren kukla tiyatrosu ile açılış tamamlandıktan sonra sahnedeki bebekler kuklacı tarafından gerçek dünyaya indiriliyor.Filmin ilk hikayesi,ailesinin baskısı altında,şirket başkanının kızı ile mantık evliliği yapmak üzere iken ,eski sevgilisinin intihar haberini duyunca, herşeyi yüzüstü bırakıp geri dönen bir adam ile bilincini kaybeden ve kim için hayatına son vermek istediğini dahi hatırlamayan sevgilisi üzerine kurulu.Kızın otel odasında izlediği ve konuşmaya çalıştığı küçük melek heykelleri ,bilincini kaybederek bir nevi günahlarından arınmış melek konumuna ulaşmış kendi durumuna pek uygun düşmüş.Ayrıca,adamın farkında olmadan arabasıyla ezip geçtiği kelebek de bir nevi yine farkında olmayan zarar verdiği sevgilisi gibi.Hareketlerini kontrol edemeyen sevgilisini belinden, kırmızı bir urganla kendi beline bağlayıp Japonya'nın birbirinden güzel mekanlarında boy gösteren adamın pişmanlık,özür ve yine de umut dolu acı yürüyüşünün, filmin bu ilk hikayesine metaforik bir anlam yüklemekteki başarısı ise yine takdire şayan diğer bir durum. Birbirlerine sıkıca bağ!lı genç çiftin bu sabırlı yürüyüşü devam ederken, psikolojik olarak yorulan izleyici, yolculuğuna başka bir nevi aşk hikayesiyle devam ediyor.Fabrikada çalışırken aşık olduğu adam,yaşam koşulları yüzünden kasabayı terketmek zorunda kalmıştır,ancak umut dolu kadını, sevgisine inandığı adamı yıllar boyu beklemeye koyulur.Samuray patronu olan adam uzun yıllar sonra geçmişte unuttuğu biri olduğunu hatırlar ve eski buluştukları yere gider.İlk hikayeye hakim olan genç mutsuz aşıklar,ikinci hikayede yerini bir nevi ilkbaharını yaşayamayan, ikinci bahar umudu ile saplantılı bir ilişki içindeki yaşlı çifte bırakıyor.Hikaye devam ederken ilk hikayenin kahramanları da hafiften olaya katılarak hikayeler arasında ilişki kurulmaya çalışılmış.Bunu takiben filmin,ünlü ve güzel bir popstar ile kendisine deli divane platonik aşkla bağlı bir trafik memurunu konu edinen üçüncü halkası ekleniyor;böylece eş zamanlı üç sıkıntılı aşk vakasına tanıklık ediyoruz .İlk iki halkaya hakim ,bağlılık ve umut temaları son bölümde de etkisini fazlaca hissettiriyor ,hatta platonik aşığın verebileceğinin en iyisini 'sevgi' için feda ettiğini görüyoruz.

Bağlılık,aşk,umut,fedakarlık gibi olguları üç paralel hikaye ile harmanlamaya çalışan Kitano,bundaki başarısını geleneksel ve modern Japonya'nın naif sentezinde de kanıtlıyor.Gerek az konuşmalı yapısı,gerek bol tablovari sahneleri,gerekse de eklektik yapısı itibari ile izleyiciyi hem görsel hem duyusal hem de sanatsal açından tatmin eden film, Marquez'in de atfedildiği 'büyülü gerçekçilik' akımının sinema versiyonunu hatırlatıyor.Buram buram melankoli kokan 'Dolls' arada bir sonu hakkında umut vaadetse de melankoli-mutsuz son ikilisi yine şaşırtmıyor.Özellikle bilincini kaybeden kız ve sevgilisinin huzur ve afiyete kavuşmasını beklerken diğer hikayelerin kötü sonla bitmesi dereyi erken görmenize neden olabilir.Aragon'un 'Mutlu aşk yoktur.' dizesi gözlerinizin ününde canlanırsa şaşırmayın.

Filmin rahatsız edebilecek bir yönü 114 dakika gibi çok da kısa olmayan bir süre zarfında temponun kimi sahnelerde fazla ağır aksak ilerlemesi olabilir.Lakin filme hakim olan o ağır hüzün havasını, avantaja dönüşen yavaş tempo sayesinde izleyicinin de sindire sindire soluması sağlanmış.Uzak Doğu sinemasının izleyicide inanılmaz derecede duygu yoğunluğu yaratmadaki başarısı havasından mıdır bilinmez ancak,bunda yönetmenin çok büyük rolü olduğu yadsınamaz bir gerçek.Klişeleşmiş konusu itibariyle izlenmeden önce hafif bir önyargı yaratma ihtimali olsa da yönetmen koltuğundaki Kitano, 'iyi yönetmen,basit bir senaryodan bile etkileyici bir eser yaratandır' tezini fazlası ile doğruluyor.Kitano'nun bu filmle Venedik Film Festivali'nde de 'Altın Aslan' için yarıştığını da söylemekte fayda var.

Üç hikayede de ayrılan,kırılan ya da birleşemeyen kalpler,kader kurbanından çok,modern toplumların daha iyi hayat arayışları neticesinde feda ettiklerinin bir kurbanı durumunda.Başarı,para ya da şöhret uğruna geriye itilmiş ya da unutulmuş küçük sevgiler.Giriş ve gelişme bölümlerinin izleyiciyi büyülü bir gerçekçilik dünyasına soktuğu yaklaşık 2 saatlik süreç,sonuç itibariyle de izleyicinin bir süre oturduğu yerden kalkmasına mani oluyor ,modern zamanlarda aşk yok mudur,zor mudur? diye aklımızı ve kalbimizi yoklarken...





Hiç yorum yok: