2 Eylül 2008 Salı

CANNES,CANNES,CANNES-2008

Dünyanın sayılı film festivallerinden birine ev sahipliği yapan Fransa'nın güney sahil kenti Cannes, dünyanın önde gelen yönetmenlerini, oyuncularını, sinemaya gönül vermiş nice kişileri 14–25 Mayıs tarihleri arasında,61.kez ağırladı.

Etrafı gazeteci ordusu ile çevrili kırmızı halı yine birbirinden güzel,başarılı sanatçılara mekan oldu;dünya basınının objektifleri yaklaşık 12 gün boyunca Cannes Film Festivali'ne yöneldi.Şehir nüfusunun 3 katı fazlalılığında sinemasever Cannes seçkilerini görmek için bu güzel sahil mekanına aktı.Dünyaca ünlü yönetmenlerin en yeni çalışmaları Cannes galalarıyla izleyiciye merhaba dedi.Gerek festivale katılan sanatçıların sinema alanındaki çalışmaları gerekse de özel hayatları dünya basınının yakından takip ettiği konular oldu.Tabi ki en çok merak edilen yine festival bitiminde 61. Palme D'or(Altın Palmiye)'un hangi yönetmenin elinde olacağı idi.Kısaca Cannes hakkında yazılan,çizilen,çekilen materyal oldukça fazlaydı.Yıllardır kalitesinden ödün vermeyen,bu saygın sinema şöleninin gelin kısa bir turuna çıkalım…

Film festivalleri her ne kadar, kısa sürede izleyiciyle buluşturduğu uluslararası film seçkileriyle, dünyanın en iyi sinema emektarlarını seçtiği ödül töreniyle anılsa da, afişlere verilen önem de şüphesiz büyüktür. Hatta çoğu festival belli zamanlarda geçmişten günümüze afiş sergisi açmaktadır. Bu yıl ki Cannes afişi ise David Lynch'in çektiği, Pierre Collier'in Cannes için adapte ettiği, gözleri siyah şeritle bağlı Marilyn Monroevari bir bayan fotoğrafı idi. Lynch'in objektifinden çıkma, kimliğinin belirlenmesi istenmeyen bu sarışın bayan ne gibi çağrışımlar yapmıştır,sizin hislerinize kalmış…

Festivalin en çok ilgi çeken kısımlarından birisi şüphe götürmez yarışma bölümünün jüri üyeleri oldu. ABD’li ünlü aktör ve yönetmen Sean Penn'in başkanlığında dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen aktör, yönetmen ve aktristin yer aldığı 9 kişilik jüri ekibi,22 film arasından en iyileri seçmek için 12 gün boyunca bir aradaydılar. Yine Yahudi asıllı, ABD’li genç oyuncu Natalie Portman'ın jüri ekibi içerisinde olması dikkatleri çeken bir noktaydı. Özellikle festival boyunca Penn ve Portman'ın yakınlığı adeta baba-kız ilişkisi gibiydi. Jürinin diğer önemli ismi ise İran'lı,Persepolis kitabının yazarı ve aynı adlı filmin yönetmeni Marjan Satrapi oldu.Kısa zamanda dünyaca üne kavuşan bu filmle,2007 yılında Altın Palmiye için yarışan yönetmen Altın Palmiye'yi alamasa da Jüri Ödülü'nü kazanmıştı.2008 Cannes Yarışma bölümü için de jüriliğe hak kazanan diğer bir isim oldu.

Altın Palmiye için yarışan 22 film adeta dünya puzzle'ı gibiydi. Belçikalı Jean-Pierre-Luc Dardenne kardeşler, Alman yönetmen Wim Wenders, ABD’li Clint Eastwood, Ermeni asıllı Kanadalı yönetmen Atom Egoyan, yine ABD'li Steven Soderbergh gibi Cannes Festivali'nin havasına alışmış yönetmenler dışında; İtalya’dan Matteo Garrone,Filipinler'den Brillante Mendoza,Fransız Laurent Cantet gibi festival tozunu ilk kez yutacaklar;bir de yine İtalya'dan Paolo Sorrentino,Brezilyalı Fernando Meirelles,ve Nuri Bilge Ceylan gibi son birkaç yıldır festival programına alınan yönetmenler 12 günlük maraton boyunca Altın Palmiye için yarıştılar.

Altın Palmiye için yarışacak filmler dışında 'Un Certain Regard'(Bir Bakış) adlı diğer bir bölüm de mevcuttu. Dünyanın çeşitli ülkelerinden 4 dalda yarışacak filmler, geçtiğimiz yıl 'Yaşamın Kıyısında' filmi ile En İyi Senaryo dalında ödül kazanan Fatih Akın başkanlığında toplanan 4 kişilik jürinin seçimine sunuldu. Her zamanki muhalif tavırlarıyla bilinen Fatih Akın, gerek kameralara 'Barış' işareti yapan parmaklarıyla, gerekse de Che hakkında sorulan sorulara verdiği cevaplarla bu duruşunu festival süresince de devam ettirdi. Özellikle son birkaç yıldır Türk yönetmenlerin uluslararası festivallerde kazandığı ödüller, Türk Sineması olarak bir akımın somutlaştırılması bakımından da çok önemliydi. Bu yönetmenlerden biri olan Fatih Akın'ın da böylesi kaliteli bir festivale Jüri başkanı olarak seçilmesi de Türk sinemaseverler açısından da sevindirici bir haber oldu.

Festivalin ağır topları şüphesiz fazlaydı. Atom Egoyan,Clint Eastwood,Wim Wenders gibi sinemacılar nerdeyse katıldıkları festivalden eli boş dönmeyenlerdendi.İnsan ilişkileri üzerine temellenen dramlar ve siyasi temalara öncelik veren eleştirel yapımlar Yarışma bölümünün genel çizgisiydi.Söylentilere göre Sean Penn'in başkanlığındaki jüri üyeleri seçimlerinde siyasal sinemaya öncelik vereceklerdi;ve geçmiş yıllarda ödül alan yönetmenler de jürinin objektifinden kaçırılmayacaktı.Festivalde Altın Palmiye için yarışan İtalyan filmleri mafya ve politikaya dönük konuları itibariyle festivalin önemli siyasi yapımlarıydı.Soderberg'in Che'si başlıbaşına dünyaya malolmuş bir sosyalist devrimcinin hayat hikayesi etrafında şekillenmişti.Festivalin en tazelerinden Lauren Cauntet'nin 'The Class'ı küçük bir ilköğretim sınıfını merkeze alarak Fransa'nın sosyal,siyasi panaromasını çeken bir yapım olarak eleştirmenlerin de gözdesiydi.Usta yönetmen Wim Wenders her ne kadar eskisi kadar iyi film çekemediği konusunda eleştirilse de Düsseldorf'tan Palermo'ya yolculuğa çıkan yalnız bir fotoğrafçının öyküsü bir Wenders yapımı olarak ön plandaydı.Geçtiğimiz iki yılda da Cannes'dan eli boş dönmeyen Nuri Bilge Ceylan,gerçekleri duymak,görmek ve konuşmak istemeyip ayakta kalmaya çalışan bir ailenin dramını,diğer filmlerinde konuşturduğu iyi fotoğrafçılık yönüyle olağanüstü görsel ve duygusal yoğunlukla anlatmaya çalıştığı filmi Üç Maymun'la ödül alması beklenen yönetmenler arasındaydı.1987'den beri Altın Palmiye yüzü görmeyen Fransız yönetmenler ise şeytanın bacağını bu yıl kırmayı bekliyorlardı.Yine de böylesi bir sürprizi kim,ne kadar olası görüyordu,bu da tartışılır bir durumdu.

25 Mayıs gecesi Cannes Festivali,12 gündür yarışan filmlere ödüllerini vermek üzere Türkiye saati ile 19.30 da başlayan canlı yayın ödül töreni ile son gecesini yaşadı. Dünyaca ünlü sinema oyuncuları ve yönetmenler kameraların sürekli objektifleri altındaydı. Yaklaşık 2 saat süren ödül töreninden ellerinde ödülleri, yüzleri mutlu ayrılan isimler çok da şaşırtmayan isimler oldu.

En İyi Kadın Aktris ödülü Brezilya'dan Walter Salles ile Daniela Thomas'ın ortak yönetmenliğini yaptığı,Sao Paolo sokaklarında 4 erkek kardeşin ilişkilerine odaklanan yapımı 'Linha De Passe'in başrol bayan oyuncusu Sandra Corveloni'ye gitti.Ancak oyuncu hamilelik döneminde olduğu için törene katılamadı ve ödülü onun yerine filmin yönetmeni Daniela Thomas aldı. Özellikle Brezilya sinemasının uluslararası platformda yerinin sağlamlaşması açısından bayan oyuncunun aldığı ödül son derece umut verici oldu.

Soderberg'in Che filminde Che'nin şahsını canlandıran Benicio Del Toro'nun En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alması pek de sürpriz olmayan, bir ödül oldu. Ödül Töreni süresince en coşkulu alkışlanan ödül sahibi olarak da kenara not ettiğimiz Del Toro, filmindeki performansı itibariyle ’Bir oyuncu bir role bu kadar mı yakışır?’ denilebilecek bir tepki yaratması bakımından, jürinin adaletli bir kararı olarak sayıldı. Kapanış töreni öncesi kırmızı halıda Emir Kusturica, Maradona, Fatih Akın ve Madonna ile Che hakkında yapılan kısa söyleşiler, Che sevgisinin ne Latin Amerika ne de sosyalizm ile sınırlı olmadığını göstermişti. Ödülünü Fransız oyuncu Valerie Lemercier’nin elinden alan Del Toro’ya, konuklardan gelen abartılı alkışın Che Guevera’nın anısına borçlu olduğunu söylemek abartılı olmayacktı.Ve yine beklenen gibi ödül sanatçı tarafından Che’nin anısına adandı.

En İyi Senaryo Ödülünü, geçen yıl aynı ödülü kazanan Fatih Akın’ın elinden, Belçikalı Dardenne kardeşler aldı.’Lorna’nın Sessizliği’ adlı Arnavutluk göçmeni genç bir kız ile erkek arkadaşının Belçika vatandaşı olmak uğruna girdiği tehlikeleri anlatan film, Sean Penn başkanlığındaki jüri tarafından en iyi senaryo ödülüne layık görüldü.1995 yılında ‘Rosetta’ ve 2005 yılında ‘L’enfant’ ile Altın Palmiye ödülünü evlerine götürmüş kardeşler,festivalin kadim sanatçılarındandı ve aldıkları ödül de çok şaşırtıcı olmadı.Ödül alma esnasında Fatih Akın tarafından sunulması beklenen kazanan kişinin adının yazılı olduğu kağıdın bulunamaması da kısa sürelik krize yol açtı.Başlangıçta Oscarvari küçük bir şov olarak algılansa da ortada gerçek bir sorun vardı ve Penn’in dikkatsizliğinden kaynaklanmıştı.Jüri başkanının festival ödül töreni süresince ruh hali hakkında yazının sonunda bahsedeceğim.



En İyi Yönetmen ödülü ise Üç Maymun filmiyle Nuri Bilge Ceylan’ın oldu.Sean Penn’in istesizce ve düzgün telaffuz edemediği o isim,soğukkanlı bir şekilde ödülünü ünlü aktrist Faye Dunaway’in elinden almak üzere sahneye çıktı.2003 yılında ‘Uzak’ filmiyle Büyük Ödül,2006 yılında ‘İklimler’ ile F.I.P.R.E.S.C.I. ödülünü alan Nuri Bilge Ceylan,’Dünyanın en iyi Yönetmeni’ sıfatını da Cannes referansı ile isminin başına ekledi. Kapanış töreni öncesi törene katılması istenen Ceylan ve ‘Üç Maymun’ ekibi ödül geleceğini anlamış. Her ne kadar en iyi yönetmen ödülü Türk sinema eleştirmenlerince ve filmin oyuncuları tarafından da beklenen bir ödül olsa da, Ceylan son ana kadar karamsarlığını korumuş ve bu ödül sürpriz olmuş. Ceylan’ın 2008 Cannes töreniyle hatırlanacağı diğer bir olay ise yönetmenin ödül alma esnasında söylediği sözler oldu.’Bu ödülü benim yalnız ve güzel ülkeme adıyorum…’ diyen yönetmen izleyenlerin yüzlerinde de hafif buruk ama onurlu bir gülümseme yarattı. Yönetmenin niyeti bilinmese de, ülkesini kötüleyerek Nobel ödülünü aldığı söylenilen Orhan Pamuk’a karşı bir Nuri Bilge Ceylan cephesinin de hafiften oluştuğu söylenebilir.


Jüri Ödülü, İtalyan yönetmen Paolo Sorrentino’nun geçmiş dönemlerde İtalya’nın Başbakanlığını yapmış, merkez Hristiyan Demokrat partisi üyesi Giulio Andreotti’nin hayatına hem politik hem sosyal bir açıdan bakan filmi ‘Il Divo’ ya layık görüldü.Sean Penn’in siyasal sinemaya öncelik verip vermeyeceği tartışmaları ise hafiften son bulur gibi oldu.

Penn’in bu tutumunu bir kez daha doğrulayan diğer ödül ise yine İtalya’dan festivale ilk kez katılan Natteo Garrone’ye verildi. Güney İtalya’nın buram buram mafya kokan şehirlerini ve mafya ilişkisini odak noktasına aldığı film Büyük Ödül’ün sahibi oldu. Yönetmenin Roman Polanski’nin elinden aldığı ödül sonrası, sadece ‘Mersi’diyerek az ve öz yaptığı konuşması konukları hafiften şoka uğrattı.7 dalda verilen Yarışma bölümünden 2 ödülle evlerine dönen İtalyan sinemacılar, bir nevi hem politik sinemanın gücünü hem de İtalyan sinemasının gelecekte daha da iyi-leşmesi umudunun simgesi oldular.


Ve en büyük ödül-Altın Palmiye-nin Fransız yönetmen Laurent Cantet’ye gitmesi belki de böylesi bir festivale sahip olan Fransızların 21 yıldır hayal kırıklığına uğradığı karanlık bir dönem sonunda güneşin yeniden doğması gibiydi. Festivale ilk kez katılan yönetmenin‘The Class’ını izleyen eleştirmen ve seyirciler,filmin mesajı ve gücünden ne kadar emin olsalar da Cannes’dan hafif hayalkırıklığıyla uğrayarak evlerine dönmeye alışmış Fransız yönetmenler açısından sonuç çok da beklenen bir durum değildi.Yönetmenin,tamamı amatör ilköğretim öğrencileri ile çektiği bu film,Fransa’nın kompleks sosyal ve siyasi yapısını küçük bir sınıfa indirgeyerek yansıtmaya çalıştığı film,jüri tarafından Altın Palmiye’ye layık görüldü.Her ne kadar Altın Palmiye için büyük olasılıklarla beklenilen bir film olmasa da sinema eleştirmenlerine göre de jüri tarafından verilen adaletli bir karardı.Nerdeyse her ödülde jürinin kararı,şart olarak olmasa bile tercih sebebi olarak görülen siyasi meselelere ucundan yakından dokunan filmlerden yana oldu.

Sean Penn’in ödül töreni süresince takındığı ‘bitse de gitsek’ ya da ‘eve uyumaya gidecektim de yolu şaşırmışım’ misali dikkatsiz, baygın tavırlara bir anlam bulamadım. Yanında oturan Natalie ile kulaktan kulağa fısıldaşmaları dağınık saçları, ilginç telaffuz yöntemleri Sean Penn’in yönetmen koltuğuyla da sağlamlaştırdığı karizmasını, Cannes’ın bu büyük töreninde jüri başkanı olarak hissettiremediğini söylemek abes olmayacaktır. Bir ara En iyi Senaryo Ödülü’nü açıklamayı unutan Penn sahneye ödülü vermek için gelen Fatih Akın’ın uyarısıyla ayılmış, lakin tören devamında da bu uykulu halini sürdürmüştür.Yine de sunucunun da tabiriyle bugüne dek gördüğümüz en renkli,en şeker Cannes jüri grubu desek abartı da olmayacaktır.

Sadece Yarışma bölümünü dâhil edersek Cannes Festivali’ne katılma şansını elde etmiş 22 filmi izlemek için biz Türkiyeli seyirciler az biraz beklicez. Büyük ihtimalle Film Ekimi ve gelecek yıl İstanbul Film Festivali’ne kadar uzatılabilecek bir gösterim süresine sahip olacak bu filmler hakkında hiçbirini izleyemediğim için birinci ağızdan yorum yapamadım, dolayısıyla herhangi bir eleştiriye de tabi tutamadım. Üstat ve eleştirmenlerin beğeni ve yorumlarına, gazete makale ve haberlerine, katılan yönetmenlerin Cannes geçmişlerine bağlı kalarak, bir de Cannes Ödül Töreni’ni izleyerek naçizane fikirlerimi ve yorumlarımı aktarmaya çalıştım. Nice Canneslara, nice başarılı Türk yönetmen ve oyuncuları nice nice ödüllerle görmek umudu ile esen kalın.








Hiç yorum yok: