14 Eylül 2010 Salı


Küçüktüm ufacıktım bir film izledim ve Clint Mansell'le tanıştım. O zamanlar Britney ve Backstreet Boys'un popidik şarkılarıyla özümü keşfetmeye çalışırken sayko İngiliz yapımı “The Hole” (Naomi Watts'ın da oynadığı aynı isimli korku-gerilim filmiyle karıştırmayın) filmini izlerken jenerikte çalan elektronik parçaya aklım fena takılmıştı. VCD’nin sonunda parçanın "The Hole Main Theme" olarak Clint Mansell'e ait olduğunu öğrensem de ne interneti ne de bilgisayarı olan ben bu nadide eseri filmi başa alarak dinlemek zorunda kalmıştım. Yaklaşık 2002 yılının sonlarına tekabül eden bu zaman diliminden günümüze Clint Mansell aşkım böylece başlamış oldu.

O zamana dek klasik müzik bilgim Vivaldi'nin "Four Seasons"ı ya da Mozart, Bach gibi bestecilerin birkaç eseri ile sınırlıydı. Bunlara ilâveten Levis'ın "Freedom to Move" adlı reklam kampanyasında kullandığı Handel'in "Sarabende in D Minör" parçasını da favori listeme eklesem de bu zamana kadar klasik sanatçılara hep mesafeli olmuşumdur. Lakin yaylılar ve piyano eşliğinde çalınmış ambient, post-rock ya da minimal film score'larına hele de dark-elektro tonlarıyla süslenmişse bir o kadar da kanım ısınmıştır. O yüzden Clint Mansell'i yazmayı konu edinmiş biri olarak ne klasik müzik aşığı ne de bu sınırlı bilgisiyle bilmişlik yapıp modern klasik müzik böyle yapılır imajı vermek istemem. Bu yüzden Clint Mansell’i "contemporary composers" olarak adlandırılan janrı yüz akıyla temsil eden nadide adamlardan birisi olarak addetmemde bir sakınca görmüyorum.

İngiliz gülü Clint Mansell müzik dünyasına 1986 yılında kurulan "Pop Will Eat Itself" adlı elektronik-punk grupta gitarist ve ön vokal olarak başlamış, bu grup 1996'ya kadar da aktif olarak devam etmiş. Bu sıralarda Darren Aronofsky de ilk filmi "Pi"yi çekme planları yaparken bir arkadaş vesilesiyle Clint Mansell ile tanışmış ve ona filmin müziklerini yapmayı teklif etmiş. Üç parçasıyla filmin soundtrack albümünde yer alan Mansell filmin müziklerini yaparken 1978 yapımı “Halloween” ve 1989 yapımı “Iron Man” filmlerinden etkilendiğini; parçaların karanlık punk-rock ve endüstriyel taraflarının yanı sıra modern film müziklerinde özlediği şeyin muhteşem tunelar olduğunu ve “Pi”de de bunu yakalamaya çalıştığını ifade eder. Günümüze kadar devam edecek olan bir elmanın iki yarısı Aronofsky - Mansell birlikteliği de böylece başlamıştır.

Clint Mansell eskaza Darren Aronofsky ile tanışmayıp “Requiem for A Dream OST” adı altında Clint Mansell parçalarına rastlanılmasaydı bu dünyada neler değişirdi hayal edin. Birçok Hollywood filminin orijinal score'larını hacılayıp arka plana yerleştirip reyting yükseltmeye çalışan TV kanalları ne yapardı bir düşünün. Özellikle “Requiem for a Dream” soundtrack albümünün gözbebeği olan "Lux Aetarna" parçası olmasaydı Show TV ve ATV haber bültenleri ne hale gelirdi ben şahsen hayal edemiyorum. Ulusal sınırlar dışında ise orkestral versiyonuyla “Yüzüklerin Efendisi: İki Kule” ve “Avatar” da dâhil olmak üzere “Sunshine”, “I'm Legend”, “King Arthur” gibi popüler yapımların fragmanlarında (Ne Clint Mansell ne de Darren Aronofsky tarafından istenmese de neredeyse zorla kullanılmış) ayrıca PC oyunlarından, spor müsabakalarına, sirklerden TV dizilerine kadar sayısız yerde de kullanılan bu parça ve genel olarak albüm şüphesiz filmin de ününü aşarak popüler kültürün kült bir parçası haline gelmiştir.

Mansell'in “Pi”den sonraki çalışması olan bu albümün ilk özelliği filmde kullanılan tüm parçaları kapsamasıydı. "Summer", "Fall" ve "Winter" başlıkları altında oldukça karanlık ve trajik bir hikâyeye eşlik eden parçalar “Pi”nin soundtrack’inden farklı olarak elektronik tınılardan çok kendini yaylıların egemenliğine bırakmıştı. Tüyleri diken diken etme yeteneğine sahip solo keman ve çello tınıları filmin ağır havasıyla bütünleşince ortaya inanılmaz bir şölen çıkmıştı. Müzik felsefesi olarak "ritim, bas ve melodi" denklemini benimseyen Mansell orkestra versiyonu yerine solo yaylıları tercih etme nedenini de solonun daha insancıl, daha üzücü ve duygusal olmasıyla açıklıyor. Bu parçaların filmle bu kadar iyi gitmesinin önemli bir sebebi de kuşkusuz kimler tarafından çalındığıydı. Bestecisi Mansell olmasına rağmen Amerikan'nın ünlü modern klasik müzik dörtlülerinden "Kronos Quartet" tarafından yorumlanan albüm aynı zamanda son zamanların en iyi performans örneklerinden de birisi olmuştur.

2006 yılına kadar farklı yönetmenlerle çalışan Mansell, çoğu zaman kendine ait bir albüm yapmak yerine filmlerin soundtrack albümlere birkaç şarkıyla katkıda bulunmuştur. Yukarda bahsettiğim “The Hole” filminin tema parçası olarak düzenlenen şarkı da Mansell'in dark-elektro günlerine adeta bir selamı olmuştur. Bunun dışında “Abandon”, “Murder by Numbers”, “Sahara” gibi gişe filmlerinin albümlerini hazırlasa da bu albümler, “Requiem for a Dream” seviyesinde bir başarıya nail olamamıştır.

Bir elmanın iki yarısı diye nitelendirdiğim bu iki büyük adam, bir diğeri olmadan yaşayamıyor gibi. Birisi görüntülüyor, diğeri besteliyor ve ortaya her zaman nefis bir melez çıkıyor. Daha önce Darren Aronofsky hakkında bir inceleme yazısında Aronofsky filmlerini betimlerken şöyle bir cümle kullanmıştım:

"Doğanın giz kilidini açacak anahtarların peşindeki bilim adamları, kimi zaman Tao’nun kimi zaman pozitif bilimlerin rehber olduğu araştırmalar, gerçek-hayal ya da rüya arasında gidip gelen, efsane ve mitlerle beslenen insan zihni ve bedeninin büyülü yolculuğu, kimi zaman aşktan kimi zaman uyuşturucudan acı çeken sevgililer; ya da ölüm ve ölümsüzlük üzerine sorulmuş soruların cevabını arayış… "

Aronofsky filmlerinde bu gibi dertlerle uğraşırken bu ağır süreçte ona en çok yardımı yapan da şüphesiz Clint Mansell'dir. Birbirlerinin dilinden anlayan bu iki usta en başarılı meyvelerini de beraber çalışarak vermiştir. İlk iki yapımdan sonra üçüncü beraberlik ise 2006 yılında çekilen "The Fountain" filminde olacaktır. Benim için hem sinematografi hem de müzikal manada anlatması en zor yapımlardan birisi "The Fountain". İnanılmaz bir görsellik Mansell besteleriyle sinematografinin tavanına vurmuştur. Albüm yine elektronik öğelerden uzaktır. Tekrarlarla vurgulanan samplelar yaylıların ve piyanonun minimal tonları ve kimi yerde davula benzer yerel enstrümanların uyarıcı sesi ile seyirciye unutamayacağı bir şölen yaşatır. “Requiem for a Dream”in soundtrack’inde olduğu gibi bu albüm de Kronos Quartet tarafından yorumlanır. Mansell ve Aronofsky bu grubu dünyanın en iyisi olarak niteler ki doğru söze ne hacet... Kronos Quartet'nin yanında Mogwai de albümün performansında katkıda bulunmuştur.

“The Fountain” sonrası 2006 yapımı “Smokin' Aces” filminin soundtrack’ine Mansell "FBI", "Dead Reckoning" ve "Shell Shock" adlı üç parçasıyla katkıda bulunmuştur. Bu parçalarda da iyi melodi, iyi bas ve iyi ritim üçlüsü kendini hissettirmiş, hem hüzünlü hem de güçlü bir sound olarak akıllarımızda kalmıştı. Bu üç şarkıda God is an Astronaut ve God Speed You Black Emperor esintileri olduğunu da ekleyebiliriz.

2007 yılında Aronofsky diğer üç filminden oldukça farklı bir yapımla karşımıza çıkar. Eski bir boksörün hüzünlü yaşamından kesitler içeren filmin soundtrack’inde yine bir sürpriz olarak Clint Mansell'i tek şarkıyla görürüz. Slash'in gitarıyla eşlik ettiği Mansell parçası tema şarkısı olsa da filmde eski popüler rock şarkıları daha ön plana çıkar. Birbirlerinden bağımsız olamayacağını düşündüğümüz bu iki isim “The Wrestler”da küçük bir ayrılık yaşasa da bu durum, birbirlerinden bağımsız işler yapsalar dahi pekala iyi işler başardıklarının da kanıtıdır. Yine de alışılmış Aronofsky dramlarında Mansell imzasını görmek de hayranlarını her daim mutlu edecektir.

Son olarak Mansell, bilim-kurgu janrında kendinden oldukça söz ettiren İngiliz Bağımsız Film Ödülleri'nde "En İyi Bağımsız Film" ve Bafta ödüllerinde de "En İyi İlk Film" ödülünü alan "Moon" filminin soundtrack’ini hazırlamıştır. Klostrofobik bir ortamda kimlik sorunu yaşayan bir astronotun dramını şüphesiz Mansell'den başkası bu kadar iyi yansıtamazdı. “The Fountain”ın soundtrack’indeki gibi bu albümde de sample tekrarları çok sık görülür; ve bu samplelar parçalardaki gizemli tonlarla birleşerek trip-hop'a hafiten göz kırpmaktadır. “Welcome to Lunar Industries” adlı parçasıyla bizi de bu karanlık hikâyeye davet eden Mansell, yine Aronofsky'den bağımsız bir iş yapmış; ama parçalarındaki gizem, dram ve hüzün alışılmış kalitesini korumuş, son dönemlerin en iyi soundtrackler’inden biri olmuştur.

Görsel imgeyi notalara dökmek… Clint Mansell bunu başaran nadir bestecilerden birisi. Biz onu Aronofsky yapımlarıyla tanıdık, sevdik, hatta taptık. Mansell mi Aronofsky filmlerini adam ediyor; yoksa Aronofsky filmleri mi Mansell ezgilerini ilahlaştırıyor, bunu kestirmek zor. Ama beraber de olsalar, bağımsız işler de yapsalar her zaman ortaya takdir edilesi eserler çıkarmayı başardılar. Yine de kanımca çoğu hayranı -ki buna ben de dâhilim- yarım elmalar yerine kıpkırmızı bol sulu leziz mi leziz bir tam elma yemeyi tercih eder. Pamuk Prensesin yediği gibi insanın boğazında kalan; ama farklı olarak bir yandan acı verirken diğer yandan ruh ve bedende eşsiz bir tat bırakan elma.

Dipnot: Yeni başlayanlar için Clint Mansell - “The Hole Main Theme”, “Death is Road to Awe”, “Lux Aetarna”, “Welcome to Lunar Industries”, “Shell Shock”…

Lastfmvari bir benzerlik yapacak olursak da; eğer bu isimleri seviyorsanız Mansell’i de seveceksiniz:

Philip Glass, Yann Tiersen, Zbigniew Preisner, God is an Astronaut, Mogwai, Erik Satie

Hiç yorum yok: